Pages

29.01.2010

DEĞER ANLAYANA DEĞERDİR

Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin
seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip
iri bir nesne verip: "Oğlum" der, "Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç
para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan
sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.
Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar.
İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve "Şunu kaça alırsınız?" diye sorar .
Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir;
sonra: "Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın" der.
İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği
nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü defa bir semerciye gidir: Semerci nesneye şöyle bir bakar, "Bu der
"benim semerlere iyi süs olur. Bundan "kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna
bir on lira veririm."
En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce
yerinden fırlar. "Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden
buldun?" diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. "Buna kaç lira
istiyorsun?" Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?" "Ne istiyorsan veririm."
Öğrenci, "Hayır veremem." diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya
başlar: "Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim."
Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini
istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.
Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi
karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki
nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer
tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her
şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..
Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından
geçen macerasını anlatır.
Bilge sorar: "Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?"
Öğrenci: "Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum,
kafam karmakarışık" diye cevap verir.
Bilge hoca çok kısa cevap verir:
"Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini
bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir."
Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden
kuyumcular mutlaka vardır.
Mesele kuyumcuyu bulmaktadır...

28.01.2010

DOSTLUK İPİ

Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış... Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini...

Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam,

"Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş.

Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş. Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri geçiveren ihtiyar,

"Zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?" diye düşünmeye başlamış.

Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı işadam, terzinin yanına yaklaşıp,

"Ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim" deyince,

"Hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş" diye yanıt vermiş terzi.

Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış. Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş.

"Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?" diye soran yaşlı adam,

"Ben terziyim" yanıtını alınca

"Benimle gel, hayat hikayeni yolda anlatırsın" diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi.

Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş. Küçük dükkân önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya başlamış. Terzi artık "ünlü işadamı" diye anılır olmuş.

Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış. Biraz sohbet ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmasını sağlamış. Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği için uçağa yetişmiş. Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş.

Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş. Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmış. Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için. Son derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş.

Ve başlamış anlatmaya:

"Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş.

Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona

"Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın" demiş.

Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış. Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım isteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan. Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış.

Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış. Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu. Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmasaydın..."

Öyküyü dinleyince hemen çıkıp gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir sözü yokmuş...

Dostluk iplerinizi koparmamanız dileğiyle.......



Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla,

Yaşlanmak hoş değil, duvarlara baka baka.

Bir dost göz arayışıyla,

Saat tıkırtısıyla...

Korkmam geçinip gideriz biz mutlulukla,

Ama;

''Günün aydın, akşamın iyi olsun'' diyen biri olmalı.

Bir telefon çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.



Yoksa zor değil, hiç zor değil,

Demli çayı bardakta karıştırıp,

Bir başına yudumlamak doyasıya.

Ama ''Çaya kaç şeker alırsın?''

Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra...



CAN YÜCEL

25.01.2010

KARLAR DÜŞER DÜŞER DÜŞER AĞLARIM...

                          Bu da bizim evden kar manzaraları...





Yaklaşık bir saat önce annemle konuştum burda kar yağmıyor hatta biraz güneş var demişti...Bense kar yağdığını hatta biraz ilerileri göremediğimi söylemiştim...Aşağıdaki fotoda gördüğünüz yada göremediğiniz gibi marketimizin arkasındaki evleri göremiyoruz...




havuzumuz buz tutmak üzere


ve kimsecikler yok dışarda




siz şimdi başlığa bakıp ta ağladığımı falan sanmayın :))Valla mutlu mutlu sırıtıyorum evet hiç bişi yapmadan camın önünde oturup dışarıyı seyrediyorum...İki gündür akşamları eşimle dışarı çıkıp dolaşıyoruz aaaa unutuyordum az kalsın cumartesi eşimin kardeşi ve hanımı hep birlikte çıktık dolaştık bir kafe de sıcak sıcak
saleplerimizi içtik dün akşam da eşimle beraber yine bir kafede (bizi iyi tanıyanlar hangisine gittiğimizi zaten iyi bilirler:)))miss gibi sıcacık kahvelerimizi yudumladık...Sizi bilmem ama benim canım kar yağınca sıcak çikolata,kestane kebab(tabiii eskiden cocukluğumuzda olduğu gibi sobanın üstünde çıtır çıtır sesi eşliğinde bekleyemiyoruz ve aynı o lezzeti bulamıyoruz)salep ve patlamış mısır istiyor...

Bir Allah dostunun dediği gibi ben karı çok severim çünki bütün kirleri ve pislikleri kapatıyor....

BİLİYORUM...

Biliyorum...

Yine yüreğimde acıya kesti bütün yollar
Ve yine çıkmaz sokak.
Dönüp duruyor aynı eksenin etrafında
Çıkış yok offf ama dönüşte yok...


Hissediyorum...

Yavaş yavaş sona doğru yaklaştığımı
Binbir hüzünle ve binbir zahmetle
Yaşadığım ve tutunmaya çalıştığım bu zamanda
Artık ebediyete doğru yol aldığımı hissediyorum...


Duyuyorum...

Nedensiz de olsa yüreğimin hıçkırıklarını
Yaralı bir kuş gibi çırpınışlarını
Ve yeter diye haykırışlarını
Ama çaresizliğimi hep yalnızlığımın türküsünü duyuyorum...


Anlıyorum...

Artık gerçek dostun bir yalan
Gerçek aşkın bir masal
Mutluluğunsa bir hayal olduğunu
Daha iyi anlıyorum...


Korkuyorum...

......................................
...................................
......................................
.....................................

23.01.2010

HAYATTAN NE ÖĞRENDİM?

Hayattan ne öğrendim?




Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum.

Ağladım.

Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.

Karanlığı gördüm, korktum.

Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...

Ağladım.



* * *

Yaşamayı öğrendim.

Doğumun, hayatin bitmeye başladığı an olduğunu;

aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.



* * *

Zamanı öğrendim.

Yarıştım onunla...

Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını,

zamanla öğrendim...



* * *

İnsani öğrendim.

Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...

Sonra da her insanin içinde iyilik ve kötülük

bulunduğunu öğrendim.



* * *

Sevmeyi öğrendim.

Sonra güvenmeyi...

Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı

olduğunu,

sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu

öğrendim.



* * *

İnsan tenini öğrendim.

Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...

Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu

öğrendim.



* * *

Evreni öğrendim.

Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.

Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni

aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.



* * *

Ekmeği öğrendim.

Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini...

Sonra da ekmeği hakça üleşmenin,

bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.



* * *

Okumayı öğrendim.

Kendime yazıyı öğrettim sonra...

Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...



* * *

Gitmeyi öğrendim.

Sonra dayanamayıp dönmeyi...

Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...



* * *

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...

Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.

Sonra da asil yürüyüşün

kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.



* * *

Düşünmeyi öğrendim.

Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.

Sonra sağlıklı düşünmenin

kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.



* * *

Namusun önemini öğrendim evde...

Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;

gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu

öğrendim.



* * *

Gerçeği öğrendim bir gün...

Ve gerçeğin acı olduğunu...

Sonra dozunda acının,

yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.



* * *

Her canlının ölümü tadacağını,



ama sadece bazılarının hayatı tadacağını

öğrendim.



****





HZ.MEVLANA

22.01.2010

KALP KIRMAYA DEĞER Mİ?

Bugün bir arkadaşımın gönderdiği bir mail benim çok hoşuma gittiği için burda da yayınlamak istedim...




Doğan CÜCELOĞLU'NUN, Eğitimindeki Katılımcılarla bir konuşmasından alıntıdır. Özel olduğunu düşündüğümden, Paylaşmak istedim; > Doğan Cüceloğlu: Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı? > Bir Katılımcı: Hocam Allah'a Şükür bildiğimiz kadarıyla yok. > Cüceloğlu: Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, yani altı milyar insanın da başına geleceği garanti bir şey söyler misiniz? > Cevap: (neredeyse otomatik olarak çıkar: ÖLÜM

> Cüceloğlu: Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan tek şeydir. Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir ama bundan sonra başa gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Başka hiçbir şey insanların tümünün başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?

> Katılımcılar: (Burada sessizce, başlarıyla onaylamaya başlarlar)

> Cüceloğlu: Öleceğim belli ise, benim ölümcül bir hastalığım olduğuda açıktır...

Peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?

> Katılımcılar: Hayır

> Cüceloğlu: Bu saniye içinde olma olasılığı var mı?

> Bir Katılımcı: Evet var.

> Cüceloğlu: Ya Yarın?

> Bir Katılımcı: Evet.

> Cüceloğlu: Ya 30 yıl sonra?

> Bir Katılımcı: Olabilir.

> Cüceloğlu: Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor musunuz? Mesela bu akşam eve sağ salim varacağınızı nereden biliyorsunuz?

> (Sınıf sessizce dinlemeye devam eder. Çünkü; genellikle yaşama böyle bakmamışlardır.)

> Cüceloğlu: Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir? , Var mıdır böyle bir garanti?

> Bir Katılımcı: Yoktur Hocam.

> Cüceloğlu: Peki nereden biliyoruz az sonra telefonun çalmayacağını ve evdekilerden birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini?

> (Katılımcılar burada rahatsız olmaya başlarlar) ve Bir Katılımcı: Hocam konuyu değiştirsek?

> Cüceloğlu: Ama en yalın ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam edelim bence. Peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu bilseydiniz, o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz? Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?

> Bir Katılımcı: Kesinlikle çok farklı geçerdi Hocam.

> Cüceloğlu: Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz? Aynı iletişim mi olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı konular, tartışma yada gerginlik yaratır mıydı? Yoksa önemsiz hale mi gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız? Ona, yüreğinizin derininden gelen bir 'Seni gerçekten çok seviyorum' demeye ne gerek var diye düşünür müydünüz? Onun ölecek olması sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı?

> (Burada bazı katılımcılar ağlıyordur. Belli ki dün akşam yaptıklarından bir kısmının ne kadar anlamsız olduğunu şimdi fark etmişlerdir)

> Cüceloğlu: Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde 'Şimdi kalbini kırdım, ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim' diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz. Yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı? Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?



*** ÖMER HAYYAM'IN DİZELERİ ***



> İNSAN yiyeceksiz, giyeceksiz edemez:

> Bunlar için didinmene bir şey denmez.

> Ondan ötesi ha olmuş, ha olmamış:

> Bu güzelim ömrünü satmaya değmez.

Ailemiz, Yakınlarımız, Sevdiklerimiz, İş arkadaşlarımız, Komşularımız ve Hayatı paylaştıklarımızla birlikte geçirdiğimiz her anı önemsemek ve asla ama asla kalp kırmamak gerek hiç şüphe yok, Zira Kalp Kırmanın hiç ama hiç Telafisi de yok...

ESKİ BİR DOSTTAN:)

Eski Arkadaşım Merhaba,




İyisin umarım çünki,bir kaç gün önce rüyamda gördüm seni biraz sıkıntılı bir rüyaydı (hayır olsun inşallah) birkaç kişi büyük bir ağacın altında oturmuş konuşuyorduk birden ağlamaya başladık ama niye ağladığımızı bilmiyorum,güneşte batmak üzere ve sana dönüp dedim ki boşuna ağlıyoruz gecicek eminim şu anda böyle hissediyoruz ama gibi bişeyler söyledim,sende biliyorum geçicek ama dua etmeliyiz dedin ,uzaklardanda birileri yanımıza geliyordu tanıdıkmış meğer ama kimin geldiğini ve rüyanın dewamını göremeden berra nın sesiyle uyandım ve hakkaten gözlerim nemliydi.Hayır olsun inşallah deyip uykuya dewam ettim:) hatta arıyım seni dedim fakat ertesi gün berra ateşlendi falan unuttum ve ardından bugün baktım blogunda yazmışsın yaşadıklarımız kolay değil diye.Rüyanın üzerine olunca merak ettim umarım sıkıntılı bir durum yoktur.Bu arada ilham perisi gideli söylediğine göre bayaa olmuş ve tekrar geldiyse eğer buna sevindim:)Yazılarını ve tariflerini takip ediyorum hatta bir kaçını denedim güzelde oldu .Seninde ellerine ve klavyene sağlık:)Bu soğuk ve karlı akşamdan sıcak sevgiler gönderiyor,güzel rüyalarda ve en kısa zamanda görüşmeyi umut ediyorum..







ESKİ BİR DOST:))
 
 
 
 
Canım arkadaşım mailini burada yayınladığım için umarım bana kızmazsın...
Evet herkesin zaman zaman sıkıntıları oluyor Rabbim inş. sağlıkla imtihan etmesin...Herşey geçer düzelir neler gördük geçirdik değil mi...Rüyan için hayırdır inşaallah eğer çok ağladıksa demekki en kısa zamanda güleceğiz...Duaya devam her zaman...Eski günlerde ki gibi buluşup sadece bakışıp gülüşürüz yine...İnan çok özledim o günleri en mkısa zaman da görüşmek üzere...Berra cığın da Allah şifa versin yanaklarından  çok öpüyorum...Kendine iyi bak...Allahü tealaya emanet ol...

18.01.2010

ETİMEKLİ FRİGO


MALZEMELER:

1 lt süt
3 kaşık un
3 kaşık nişasta
1,5 çay bardağı şeker
yarım paket tereyağ veya margarin
1 poşet krem şanti
1 paket etimek
1 paket çikolata sosu

YAPILIŞI:

1.Bir tencereye önce yağı alıp eritin sonra unu ekleyerek önce kavurun.
2.Nişasta ekleyerek biraz daha karıştıp sonra sütü ve şekeri ilave ederek muhallebi kıvamına gelene kadar karıştırarak pişirin.
3.Altını kapatıp biraz soğutunca içine krem şantiyi katıp mikserle birkaç dakika çırpın.
4.İçine etimekleri kırıp karıştırın ve tepsiye dökün.
5.Üzerine çikolata sosu döküp buzdolabında birkaç saat bekletip servis yapın.

(arzu ederseniz içine etimek kırmak yerine tepsiye önce kedidilini ıslatıp dizip üzerine kremayı dökebilirsiniz)

17.01.2010

GÜZİDE YENGENİN MASASI

AYVA TATLISI


ISPANAKLI ÇÖREK




VİŞNELİ PASTA









KIYMALI VE CEVİZLİ BÖREK








PEYNİRLİ POĞAÇA







ZEYTİNYAĞLI LAHANA SARMASI





BROKOLİ VE KARNABAHAR SALATASI








Perşembe günü yakın arkadaşım dostum yanii ablam ile uzun zamandır tanıştırmak istediğim güzide yengeye davetliydik.Maaşallah her zaman ki gibi döktürmüştü yine.Salata olarak yine brokoli ve karnabaharı yoğurtlamıştı.Bir de aynı hamurla hem poğaça,pizza ve çörek yapmıştı tarifini en kısa zaman da alacağım ve buraya eklerim... Ayva tatlısını çok severim tarifi benim tarifim ile aynıymış.
1.Ayvaların kabuklarını soyup ortadan ikiye bölün ve yayvan bir tencereye dizin.
2.Her yarıma 2 yemek kaşığı şeker koyup en kısık ateşte ayvalar yumuşayıp renkleri kızarana kadar pişirin.
3.Altını kapatıp servis tabağına alarak üzerine kaymak vs. ile süsleyerek servis yapın.






5.01.2010

AŞURE


MALZEMELER:

1,5 su bardağı aşurelik buğday(akşamdan ıslatılmış)
1/2 su bardağı nohut (akşamdan ıslatılmış)
1/2 su bardağı kurufasulye (akşamdan ıslatılmış)
1/2 su bardağı kuru üzüm
7-8 kuru incir
10-15 kuru kayısı
1 su bardağı kadar fındık içi
1 su bardağı iri dövülmüş fındık veya ceviz
2 su bardağı şeker
1 portakal kabuğu rendesi
kuş üzümü
dolmalık fıstık
yerfıstığı
1-2 çorba kaşığı nişasta(arzuya göre)

YAPILIŞI:

1.Buğdayı,nohutu,kuru fasulyeyi birkaç su yıkayıp suyunu süzelim.
2.Aşurelik buğdayı kaynar su ile akşamdan ıslatalım.
3.Ayrı kaplarda nohut ve kuru fasulyeyi de akşamdan soğuk su ile ısalatalım.
4.Ertesi gün nohut ve fasulyelerin ıslatma sularını süzüp ayrı tencerelerde haşlayalım.
5.Buğdayları bir tencerede üzerine sıcak su ile yumuşayana kadar haşlayalım.
6.Haşlanan nohut,kurufasulye ve buğdayı büyük bir tencere alalım.Üzerleriene yeterince sıcak su ilave edelim.
7.İçine şekeri,rendelenmiş portakal kabuğunu,doğranmış kayısı,fındık içi ve kuru üzümleri ilave ederk ağır ateşte özleşeip kıvamlanana dek arada bir karıştırarak kaynatalım.(Bu arada suyu veya şekeri az gelirse azar azar sıcak su ve şeker ilave edelim.)
8.Aşureyi ateşten almadan önce dolmalık fıstık,kuş üzümü ve doğranmış incirleri ilave edip bir taşım daha kaynatalım.(bu arada isteğe göre 1-2 çorba kaşığı nişastayı 1/2 su bardağı su ile ezerek ileve edebilirsiniz.)
9.Aşureyi kaselere boşaltıp üzerini dilediğiniz gibi süsleyip soğuk yada sıcak servis yapın.


(tarif Emine Beder 'e ait.)

2.01.2010

ZEYTİNLİ POĞAÇA



MALZEMELER:

2 çay bardağı sıvıyağ
6 yemek kaşığı tereyağ
30 adet dolmalı yeşil zeytin(doğranmış)
25 adet siyah zeytin(doğranmış)
göz kararı ceviziçi
2 çay bardağı yoğurt
2 ymek kaşığı sirke
2 yemek kaşığı kabartma tozu
2 yumurta (akı içine sarısı üzerine)
aldığı kadar un

YAPILIŞI:


1.Bütün malzemeyi hamur kabına alıp yoğuralım.
2.ceviz iriliğinde toplar yapıp üzerlerine yumurta sarısı sürelim.
3.200 derecede pişirelim.

SARI KURABİYE


MALZEMELER:
1 paket margarin
1 çay bardağı sıvıyağ
1,5 su bardağı şeker
2 yumurta/1'inin akı üstüne
kabartma tozu
yarımdan az limon
aldığı kadar un
iri dövülmüş ceviz içi
YAPILIŞI:
1.Ceviz içi hariç bütün malzemeyi hamur kalıbına alıp kulak memesi yumuşaklığına gelecek şekilde yoğurun.
2. Hamurdan ceviz iriliğinde parçalar koparıp önce yumurta akına sonra ceviz içine batırıp tepsiye dizin.
3.180 derecelik fırında üzerleri hafif pembeleşene kadar pişirin.
(ben farklı olsun diye biraz kakao kattım dilerseniz sizde yapabilirsiniz)

SODALI KEK


Yazın akraba davetinde yaptığım ve hala tarifini ekleyemediğim kek...
MALZEMELER:
3 yumurta
1,5 su bardağı şeker
1 çay bardağı sıvıyağ
1 şişe maden suyu
2,5 bardak un
1 kabartma tozu
2 yemek kaşığı kakao
damla çikolata
YAPILIŞI:
1.Önce yumurta ve şekeri iyice çırpın
2.Sonra sıvıyağı ve maden suyunu ilave edip çırpmaya devam edin.
3.Unu ve kabartma tozunu ekleyip biraz daha çırpın.
4.Hamuru ikiye ayırıp bir kısmına kakao ilave edin istedeğe göre damla çikolata katabilirsiniz.
5.Yağlanmış kalıba önce sade hamurun bir kısmını,sonra kakaolu hamuru ve en son olarak ta kalan hamuru boşaltın.
6.160 derecede pişirin.

1.01.2010

TONTON KURABİYE

Benim minik kuzucum Erva'mın seve seve yediği bir kurabiye...

MALZEMELER:

1 paket margarin veya tereyağ
2,5 çorba kaşığı şeker
2 çorba kaşığı kakao
1 paket vanilya
1 paket kabartma tozu
3,5 su bardağı un
vişne veya kiraz(arasına koymak için dondurulmuş da kullanabilirsiniz)
1 poşet krem şanti(üzerine)
iri dövülmüş fındık(üzerine)

YAPILIŞI:
1.Hamur kabına margarini,unu,vanilyayı,şekeri,kabartma tozunu alıp kulak memesi yumuşaklığında hamur elde edelim.
2.Hamura kakao ekleyip yeniden yoğuralım.
3.Ceviz iriliğinde parçalar koparıp arasına kiraz veya vişne koyup yuvarlayarak fırına sürelim.
4.Fırından çıkınca biraz soğutup önce krem şantiye sonra fındık içine batırıp servis tabağına alalım.

BEŞAMEL SOSLU ISPANAKLI BÖREK


Ölçü falan vermeme gerek yok sanırım.Bu gün ablam gelecek diye sadece 2 yufkadan yaptım sıcak sıcak fırından çıkınca çok güzel oluyor.Hatta servis tabağına almadan çektim fotoğrafını...
Dilerseniz tarifine buradan bakabilirsiniz.